24 Mayıs 2015 Pazar

MUSAHİPZADE CELAL

MUSAHİPZADE CELAL

Türk edebiyatında türk tiyatrosunda ilk yazılı eserlerin verilmeye başlandığı 2.Meşrutiyet döneminde yetişmiş ve sadece tiyatro alanında eser vermiş iki önemli yazar vardır. Bunlar: Refik Ahmet Nuri Sekizinci ve Musahipzade Celaldir.
Eserleri, genellikle Osmanlı'nın günlük yaşamından etkilenmiş, Osmanlı toplumunda yozlaşan konuları bulunduran komedi tarzı eserlerdir.

Yirmiden fazla oyunu vardır.
             
- Türk kızı                                 - Köprülüler                             - İstanbul efendisi
- Macun hokkası                       - Lale devri                               - Yedekçi kaşıkçılar
- Atlı ases                                  - Demirbaşlı şarl                       - Moda çılgınları
- İtaat ilamı                                - Fermanlı deli hazretleri          - Aynaroz kadısı  
- Kafes arkasında                       - Bir kavuk devrildi                   - Mum söndü
- Pazartesi-Perşembe                   -Gül ve gönül                           - Balaban ağa 
- Selma                                        - Genç Osman                          - Gücü gücü yetene 
- Kadın tertibi                             -Kısmet değilmiş

gibi kendi yazdığı;

- Hisse-i Şayia                          - Sekizinci                          - Ceza Kanunu

gibi uyarlama oyunları vardır.



   Yazarın oyunları daha çok töre güldürüsü niteliğindedir. İstanbul`da Üsküdar`da onun adını taşıyan bir tiyatro vardır.
                                                                                                                                     

                
                                 
            
  
















Müsahipzade Celal oyunlarında saray yaşamını ve sosyal dramları anlatmaktaydı. 

     









KAYNAKLAR:
  •  http://tr.m.wikipedia.org/wiki/Musahipzade_Celal
  • http://www.edebiyatogretmeni.org/musahipzade-celal/


22 Mayıs 2015 Cuma

İSTANBUL EFENDİSİ (SAVLETİ EFENDİ) KİMDİR?

             İSTANBUL EFENDİSİ              (SAVLETİ EFENDİ)

İstanbul Efendisi, İstanbul'da kadılık yapan Savleti Efendidir.Savleti Efendi, çokça beyazlamış yuvarlak sakalı ve İstanbul kadılarına özel resmi kavuğu ile mağrur bir adamdır. Şalvarı, kürkü topuklarına kadar uzanan cübbesi, pabucu ve belindeki şal kuşağı ile tam bir Osmanlı efendisi görünümüne sahiptir. Bu efendi cinlere, perilere çokça inanır ve bunlardan oldukça da korkar, yıldızlarla ilgilenmeyi, perilerle konuşmayı ilahi bir şey olarak görür. Savleti Efendi'nin bu özelliği oyunun komik bir tarzda gelişmesine katkıda bulunuyor. Bazı kişiler ona üfürükçü gözüyle bakarlar. Bu efendi kendisi gibi bu işlerle uğraşan bir oğlu ve çok güzel olan kızı ile birlikte bir konakta oturur. Ayrıca Savleti Efendi oldukça sinirli, dediğim dedik ve kararından ne olursa olsun (korktuğu bir şey hariç) vazgeçmeyen bir adamdır. Aslında bu huydaki insanlar her devirde her yüzyılda vardır. Savleti Efendi Osmanlı'da yaşıyormuş fakat günümüzde de dediğim dedik, sinirli, insanların bir şey söylemeye korktuğu kişiler vardır. Bu insanlar hep kendi düşüncelerini doğru sayarlar. Sanki onlar hiç yanılamazmış gibi. Her yaptıklarının bir geçerli sebebi vardır(!) onların. Aslında sokaktaki on kişiden en az dördü Savleti Efendi'ye benzer. Bu sinir bozucu yapının nereden geldiğini anlamak ise mümkün değil.       

2 Mayıs 2015 Cumartesi

MAHALLE KAHVESİ


MAHALLE KAHVESİ

Mahalle Kahvesi, Sait Faik Abasıyanık`ın 1950`de yayınlanan beşinci hikaye kitabıdır. Bu kitaptaki öyküler yazarın bir önceki kitabı Lüzumsuz Adam'dakilere tarz olarak çok benzemektedir.

              Kitapta toplam 22 hikaye bulunmaktadır. Kitap ismini içindeki ilk hikayeden alır.


Kitaptaki hikayelerin çoğunda İstanbul`da yaşayan ve zenginlikle 
alakası olmayan normal, sıradan ama bir o kadar da tuhaf insanlar 
anlatılmaktadır. Tuhaftan kastım günlük hayatta her zaman karşınıza 
çıkabilecek insanlar olmayışlarıdır. Yani günlük yaşantınızdaki her insan bir 
kahveye oturup insanları seyretmez ya da uyuz bir çocuğu evine götürmez. 
Hikayeler durum hikayeleridir ve hikayelerde ani üzüntüler veya ani 
mutluluklara yaşatacak olaylar yoktur. Sait Faik sadece insanı anlatır. İnsan 
üzerinden yola çıkarak olaylalara olan bakış açılarımızı farklılaştırır. 



Benim bu kitapta ki en beğendiğim hikaye:
Dört Zait
Çünkü; bu hikayedeki adamın anlattıkları ilgimi çekti. Herhangi bir şey 
sormak için karşımıza çıkan ilk kişiyi değil de gözümüze kestirdiğimiz birini durdurmak...Gerçekten daha önce hiç böyle düşünmemiştim. Eğer 
tanımadığınız biri sokakta veya başka bir yerde size bir şey soruyorsa kendinizi 
özel hissetmelisiniz. Çünkü; siz, o kişinin gözünde etrafınızda bulunan 
diğer kişiler arasından seçilmiş birisinizdir. Belki de çok az da olsa 
özel olmuş olursunuz.





Mahalle Kahvesi hakkında bir kısa film:
 





  

SAİT FAİK`İN İNSANLARI

   Sait Faik`in öykülerinde ki insanlar çoğunlukla halk içerisinde "sıradan" tabiriyle yer alan; herhangi bir -önemli- özelliği olmayan; işsizlik, kahveci, balıkçı, sarhoş, babalık gibi mesleklere sahip olan; ne iyi ne kötü ve genelde çok düşünen orta halli veya yoksul tiplerdir. Açık konuşmak gerekirse Sait Faik`in kurguladığı insanları anlamak güçtür. Yani en azından benim için öyle olmuştur. Onun yarattığı insanlar, basit insanlar yani televizyondaki veya filmlerdeki insanlar gibi değildir. Basitten kastım anlaşılabilme özelliğidir. Televizyonda izlediğimiz insanların hepsinin hemen hemen iyi mi kötü mü, bu işi yapacak mı yapmayacak mı, hırsız mı değil mi olduğunu anlayabiliyoruz. Çünkü onların kelimelerinde, hareketlerinde hep bir ipucu var fakat konu Sait Faik öykülerindeki  insan tasvirine gelince yorum yapmak güçleşiyor. Sait Faik bize o insanı öyle bir anlatmış ki o insan ne iyi ne de kötü, o insan ne bu işi yapacak ne de yapmayacak, o insan ne hırsız ne de değil. O insan sadece bir şey yapıyor yaptığının doğru mu yanlış mı olduğunu umursamadan. Örneğin Mahalle Kahvesi`ndeki Plajdaki Ayna hikayesinde plajdaki aynayı kırmak o adam için yanlış değil ama doğru da değil. Sait Faik o adamın aynayı kırmasını, insanların sebepsiz yere -canı sıkıldığı için bile değil- herhangi bir şey yapabileceğini ve bunun çok normal olduğunu söylemek için veya sadece bunu düşündüğü için yazmak istediği için yazmış sanki. Ya da bu tamamen benim uydurmam. Siz bu hikayeyi okuduğunuzda ne düşündünüz bilemem. Fakat anladığım kadarıyla Sait Faik`in insanlarından oluşan onun kurguladığı öykülerindeki dünya mutlu bir dünya. Yani bu biraz abes olabilir ama ben böyle düşünüyorum. Yukarıda söylediğim hikayedeki aynayı kıran adamın hiç bir sorun yokmuş gibi, hiç endişelenmeden yürüyüp gitmesi; Baba-Oğul hikayesinde babasına çekmiş çok terleyen çocuğun bundan çok da yakınmaması; Bilmem Neden Böyle Yapıyorum? hikayesindeki adamın hırsız taklidi yapması hem de eğlenerek, bunlar bana umursamaz insanlarla dolu mutlu bir dünyayı anımsatıyor. Oradaki insanlar yaptıklarının sonuçlarını düşünmüyor ya da geçmişte olanlardan dolayı bugün ah vah etmiyorlar, onlar sadece bugünü diledikleri gibi yaşıyorlar. Bu tür yaşama tarzını gerçek dünyada herhangi bir insanda görebileceğimizi sanmıyorum. İnsanlar hep geçmişlerinden yakınarak günlerini dolduruyorlar. Veya gelecek kaygısıyla. Bundan dolayıdır ki yetişkinleri öyle çok mutlu veya gerçek bir gülümseme barındıran bir ifade ile görmek zordur. Yetişkinler diyorum çünkü gününü yaşayamayanlar genelde onlardır. Yani çocuklar günlerini diledikleri gibi yaşarlar ya da en azından yaşamak isterler çünkü bu sırada yine yetişkinlerin çocukları için gelecek kaygısı başlar. Aslında Sait Faik çocuk ruhlu yetişkin insanlar yazar. Orhan Veli`nin de dediği gibi o (Sait Faik Abasıyanık), kırkını aşmış bir mahalle çocuğudur.        

30 Nisan 2015 Perşembe

SAİT FAİK ABASIYANIK





SAİT FAİK ABASIYANIK

Sait Faik, 1906 doğumlu -günü hakkında çeşitli söylemler vardır- Türk 
öykü ve roman yazarı ve şairdir. Klasik öykü tekniklerini bir tarafa 
bırakarak doğayı ve insanı, basit, samimi, hem iyi hem kötü yanlarıyla 
oldukları gibi usta bir dille anlatmıştır. Hiçbir edebi anlayışın etkisinde hareket etmemiş, belli bir tarzın takipçisi olmamıştır. 

Toplumun problemlerinden çok bireyin sorunlarını ele alan Sait Faik 
öykülerinde ve romanlarında çoğunlukla şehirli alt sınıfın (balıkçı, işsiz, 
kıraathane sahibi gibi karakterler) hayatını yazmıştır. İnsanların 
yaşama biçimlerini, tasalarını, isteklerini, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, toplum meselelerinden çok "insanı ele alan sanatçılar" 
arasında yer almıştır.

1930'larda başladığı yazı hayatı boyunca "sorumlu avare", "gözlemci 
balıkçı", "çakırkeyf sirozlu", "küfürbaz şair", "müflis tacir", "züğürt yazar", "hamdolsun diyemeyen rantiye", "anadan doğma çevreci" gibi sıfatlarla anılmıştır.


Ölümünün ardından Burgaz Adası'ndaki evi müzeye dönüştürülen yazar adına 
her sene öykü ödülü de verilmektedir.


ESERLERİ

ROMANLARI

                     
                             
                                            KAYIP ARANIYOR
                                  (1953)
 
 MEDARI MAİŞET MOTORU
(1944)
                                      
                           
                          
                            HİKAYELERİ


AZ ŞEKERLİ
(1954)
HAVADA BULUT
(1951)
HAVUZ BAŞI
(1951)
KUMPANYA
(1951)



ALEMDAĞ'DA VAR
BİR YILAN
(1954)
                 

SON KUŞLAR
(1952)

SEMAVER
(1936)

SARNIÇ
(1939)

ŞAHMERDAN
(1940)

MAHALLE KAHVESİ
(1950)

LÜZUMSUZ ADAM
(1948)


ŞİİRLERİ

ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ
(1953)

1936 yılında babasının maddi desteği ile ilk hikâye kitabı Semaver'i Remzi Kitabevi'nden çıkardı. Yazdığı ilk öykü Beyaz Mendil olmasına rağmen yayımlanan ilk öyküsü Uçurtmalardır.Abasıyanık, on altı hikâyeden oluşan ikinci kitabı Sarnıç'ı da 1939 yılında Çığır Kitabevi'nden çıkarttı.


SAİT FAİK BELGESELİ



"Edebiyatın heves ve arzudan çok bir iç ihtilalin fışkırmasını olduğunu 
unutmadan yaşadı..."













KAYNAKLAR:







DİGİTAL HİKAYEM (PUSLU KITALAR ATLASI)




Bu siteye bakarsanız Puslu Kıtalar Atlası hakkında yaptığım digital hikayemi görebilirsiniz: 


10 Nisan 2015 Cuma

DÜŞLER VE GERÇEKLİK (PUSLU KITALAR ATLASI)

Puslu Kıtalar Atlası'nda ana konu budur: "Düşünüyorum, öyleyse varım.", "Düşlüyorum, öyleyse ben ve düşlediklerim var." a dönüşür. Düşünüyorsak ve düşündüklerimiz ve biz varsak o zaman düşündüklerimiz düş değil gerçektir. O zaman da onlar gerçek olduğundan bizim düşlerimiz olmuyorlar. Bu çelişkili durum Uzun İhsan Efendi tarafından dile getiriliyor. Yaşadıklarımız düş mü yoksa gerçek mi? Bunu anlamak zordur. Çünkü her ikisi de o kadar birbirine benzer ki... Eğer bir hayal dünyasında yaşıyorsak herşeyin istediğimiz gibi gideceğini düşünürüz. Fakat bilinçaltımızda da bizi zorlayacak, istemediğimiz şeyler de barındırırız. Aslında belki de hikayedeki en masum ve hiç birşeyden habersiz olan kişi Alibaz'dı. Belki de bu çocuk bir düş içinde yaşıyordu. Arkadaşları tarafından en sevdiği kahraman olarak görülmesi, bu kadar cesur oluşu ve sessiz sakin ölümü nedeniyle bir düş içinde olması çok normal karşılanabilir. Göründüğü gibi Alibaz'ın yaşamının bile düş olup olmadığını bilemiyoruz. Ama bence, daha doğrusu hikayede anlatıldığı üzere Uzun İhsan'ın hiçbir acıyı hissetmemesi üzerine düşlerde acı çekmediğimiz sonucuna ulaşabilir. Belki de Uzun İhsan haklıydı. Yani onun düşündükleri var, evet fakat onun beyninde var. Belki de hikayedeki bu olayların ve bu kişilerin hepsi Uzun İhsan'ın uykusunda oldu. Uzun İhsan, belki de gerçekten dünya atlası çizmek isteyen fakat oğlu, amcası, Alibaz gibi bir baş belası olmayan ya da oradaki bir çok karaktere sahip olmak isteyen yalnız bir insandı gerçek dünyada ve bir gece uykuya dalarak kendi dünyasını yarattı. Bu kitabın uzun düşündürmeleri nedeniyle de aslında kitapta yazılanların gerçekte insanların gerçekten saçma sapan şeyleri düşünmek yerine hayata dair şeyleri düşünmeleri gerektiği anlaşılıyor. Kitabın arka kapağından da belli olduğu gibi kitap düş ve gerçekliğin ayırt edilebilmesi veya edilememesi üzerine kurulmuştur. Benim düşlerimi ayırt edebilmem bir film(inception) sayesinde olmuştu. Ama bu kitaptan sonra ayırt edebileceğimi düşünmüyorum. Bulunduğumuz her bir anı 'acaba şuan rüyada mıyım yoksa gerçekte miyim?' diye yaşamak zor olsa gerek. Bu nedenle belki de ayırt etmemiz gerekmiyordur diye düşünüyorum. Belki de düş de olsa gerçek de olsa hakkını vererek yaşamalıyız sadece. Böylece yolun sonunda ne olduğunu daha aydınlık bir şekilde görebiliriz.Düşlerin rüyalardan ayırt edilebileceğini düşünmüyorum. Her ikisinin de, hikayedekinin aksine, acı verici olabileceğini düşünüyorum. Ama eğer bir insan çok merak ediyorsa gerçeklikten mi yoksa düşte mi yaşadığını o zaman aynaya bakmalı. Gerçekten hissettiği kişiyi görebildiği yer gerçekliktir.

29 Mart 2015 Pazar

PUSLU KITALAR ATLASI


PUSLU KITALAR ATLASI

İhsan Oktay Anar`ın yayımlanmış ilk romanıdır. Mayıs 2014'te 50. baskısı yapılan kitap ilk kez Ocak 1995 yılında İletişim Yayınlar tarafından basılmıştır.Kitap, İhsan Oktay Anar`ın bir felsefeci olduğunu göstermiştir. Ayrıca bu kitap okuyucuya derinliği iletmiştir.


KİTAPTAKİ  KARAKTERLER:

Uzun İhsan Efendi : Uyuyarak dünya atlası çizmeye çalışan ve Rendecar`ın "Düşünüyorum öyleyse varım." ilkesinden yola çıkarak yaşadığı dünyanın sadece kendi düşüncesinden ibaret olduğu kanısına varan bir ihtiyardır.

Bünyamin : Uzun İhsan`ın oğludur ve babasının sonunda delirdiğini düşünür. Fakat aynı zamanda kafasında bir sürü soru bulunan bir delikanlıdır.

Ebrehe : Geçmişte yaptığı davranışlardan dolayı duyduğun utançtan ve aynı zamanda kıyametten kaçmaya çalışan Kehanet Aynası`nı bulmadan önce keyfine düşkün olan bir adamdır.

Zülfiyar : Ebrehe`nin çırak olarak aldığı ve yakında Ebrehe`nin yerine geçmek için her türlü yalakalığı yapan bir adamdır.

Vardapet : Yaptığı yanlışlardan yola çıkarak gerçek mesleğinin lağımcı olduğunu bulan yıllarca bir hazineyle yaşamasına rağmen farkına bile varamayan bir adamdır.

Kubelik : Başladığı içkiyi bir türlü bırakamaması bir ayağını kaybetmesine neden olmuş, Uzun İhsan Efendi`nin düşüncelerinin var olmasını sağlayan kitabı getirmiş bir adamdır.

Arap İhsan : Korkusuz, yiğit, korkutucu, cengaver ve aynı zamanda Uzun İhsan Efendi`nin dayısıdır.

Alibaz : Arap İhsan`ın kölesi ve haylaz olan bir çocuktur. Efrasiyab`ın hikayesini okuduktan sonra haylazlığı bırakan bu çocuk kahramanlığı gözüne kestirmiş ve yaptığı bazı cesur hareketlerden sonra arkadaşları tarafından Efrasiyab olarak çağırılmaya başlanmıştır.

Hınzıryedi : Müthiş bir kılık değiştirme ustası olan bu adam başladığı domuz eti tiryakiliğini bırakamadığından dolayı bu ismi almıştır.

Gülletopuk : Arap İhsan`ın en büyük düşmanıdır ve onu öldürmeyi kafasına koymuştur.



Puslu Kıtalar Atlası, ilk basım tarihinden 20 yıl sonra İlban Ertem'im çizimleriyle iletişim yayınları tarafından çizgi roman olarak da yayınlanmıştır.




11 Mart 2015 Çarşamba

İHSAN OKTAY ANAR

                   

İhsan Oktay Anar

İhsan Oktay Anar, 1960 Yozgat doğumludur. Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü, master ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde yapmıştır. Aynı okulda 2011 yılında öğretim üyeliğinden emekli olmuştur. Can Yayınları kurucusu yazar Erdal Öz'ün anısını yaşatmak amacıyla ailesi ve yayınevi tarafından verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü'ne 2009 yılında İhsan Oktay Anar layık görülmüş ve layık olduğu şu cümlelerle belirtilmiştir: "Edebiyatımıza kazandırdığı birbirinden önemli romanları, bu romanlarda ortaya koyduğu özgün üslubu nedeniyle ödüle layık  görülmüştür."
İlk kitabı Puslu Kitaplar Atlasıdır.
Yayınlanmış kitapları şunlardır:
2014 yılında 181
sayfa olarak yayınlandı.
1996 yılında 144
sayfa olarak yayınlandı.
2012 yılında 240
sayfa olarak yayınladı.
1997 yılında 245
sayfa olarak yayınlandı.
 
2005 yılında 235
sayfa olarak yayınlandı.
2007 yılında 269
sayfa olarak yayınlandı.
 
1995 yılında 238
sayfa olarak yayınlandı.

 İhsan Oktay Anar'ın yazım biçimi, göndermeler içerir. Örneğin, 
Amat'taki İsrafil adlı çocuğun gemi borazancısı olup diriliş düdüğünü 
çalışı İslamiyette kıyamet haberi olan borazanı çalacak meleğe, alt 
ambar toprak altına ve mezara göndermeler ya da modellemelerdir.

İhsan Oktay Anar, kendine her kesimden okuyucu bulmuş bir yazardır. 
Bunu birçok duruma bağlamak mümkündür. Kimi Anar'ın romanlarında kurduğu o büyülü dünyaya, kimi daha önce görülmemiş kahramanlarına, kimi  hikâye anlatmadaki kudretine, kimi ise o  hikâyelerde kullandığı dile meftundur. 
Daha ilk romanı Puslu Kıtalar Atlası'ndan sonra ciddi bir edebiyat okuyucusunun yanında, "genel okuyucu" olarak da tanımlayabileceğimiz, okuduklarında 
çok fazla edebiyat aramayanların da takibine girdi. Sonrasında ise her 
romanı merakla beklenen bir yazar haline dönüştü. 


     Ahmet Koçakoğlu'ndan İhsan
      Oktay Anar Romanlarını Anlama Kılavuzu
"…İşte Kendi Gök Kubbemiz'de post-modern şarkılar söyleyen isimlerden biri de İhsan Oktay Anar'dır."
                                     Yerli Bir Postmodern
http://www.orhankartal.com/cumartesipazar/index.php/okuduklarim/116-okuduklarim










KAYNAKLAR :
  • http://tr.m.wikipedia.org/wiki/%C4%B0hsan_Oktay_Anar
  • http://tr.wikipedia.org/wiki/Erdal_%C3%96z_Edebiyat_%C3%96d%C3%BCl%C3%BC
  • http://www.ihsanoktayanar.com/
  • http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kitap/33311/ihsan_Oktay_Anar_dan__Gal_z_Kahraman_.html