30 Nisan 2015 Perşembe

SAİT FAİK ABASIYANIK





SAİT FAİK ABASIYANIK

Sait Faik, 1906 doğumlu -günü hakkında çeşitli söylemler vardır- Türk 
öykü ve roman yazarı ve şairdir. Klasik öykü tekniklerini bir tarafa 
bırakarak doğayı ve insanı, basit, samimi, hem iyi hem kötü yanlarıyla 
oldukları gibi usta bir dille anlatmıştır. Hiçbir edebi anlayışın etkisinde hareket etmemiş, belli bir tarzın takipçisi olmamıştır. 

Toplumun problemlerinden çok bireyin sorunlarını ele alan Sait Faik 
öykülerinde ve romanlarında çoğunlukla şehirli alt sınıfın (balıkçı, işsiz, 
kıraathane sahibi gibi karakterler) hayatını yazmıştır. İnsanların 
yaşama biçimlerini, tasalarını, isteklerini, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, toplum meselelerinden çok "insanı ele alan sanatçılar" 
arasında yer almıştır.

1930'larda başladığı yazı hayatı boyunca "sorumlu avare", "gözlemci 
balıkçı", "çakırkeyf sirozlu", "küfürbaz şair", "müflis tacir", "züğürt yazar", "hamdolsun diyemeyen rantiye", "anadan doğma çevreci" gibi sıfatlarla anılmıştır.


Ölümünün ardından Burgaz Adası'ndaki evi müzeye dönüştürülen yazar adına 
her sene öykü ödülü de verilmektedir.


ESERLERİ

ROMANLARI

                     
                             
                                            KAYIP ARANIYOR
                                  (1953)
 
 MEDARI MAİŞET MOTORU
(1944)
                                      
                           
                          
                            HİKAYELERİ


AZ ŞEKERLİ
(1954)
HAVADA BULUT
(1951)
HAVUZ BAŞI
(1951)
KUMPANYA
(1951)



ALEMDAĞ'DA VAR
BİR YILAN
(1954)
                 

SON KUŞLAR
(1952)

SEMAVER
(1936)

SARNIÇ
(1939)

ŞAHMERDAN
(1940)

MAHALLE KAHVESİ
(1950)

LÜZUMSUZ ADAM
(1948)


ŞİİRLERİ

ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ
(1953)

1936 yılında babasının maddi desteği ile ilk hikâye kitabı Semaver'i Remzi Kitabevi'nden çıkardı. Yazdığı ilk öykü Beyaz Mendil olmasına rağmen yayımlanan ilk öyküsü Uçurtmalardır.Abasıyanık, on altı hikâyeden oluşan ikinci kitabı Sarnıç'ı da 1939 yılında Çığır Kitabevi'nden çıkarttı.


SAİT FAİK BELGESELİ



"Edebiyatın heves ve arzudan çok bir iç ihtilalin fışkırmasını olduğunu 
unutmadan yaşadı..."













KAYNAKLAR:







DİGİTAL HİKAYEM (PUSLU KITALAR ATLASI)




Bu siteye bakarsanız Puslu Kıtalar Atlası hakkında yaptığım digital hikayemi görebilirsiniz: 


10 Nisan 2015 Cuma

DÜŞLER VE GERÇEKLİK (PUSLU KITALAR ATLASI)

Puslu Kıtalar Atlası'nda ana konu budur: "Düşünüyorum, öyleyse varım.", "Düşlüyorum, öyleyse ben ve düşlediklerim var." a dönüşür. Düşünüyorsak ve düşündüklerimiz ve biz varsak o zaman düşündüklerimiz düş değil gerçektir. O zaman da onlar gerçek olduğundan bizim düşlerimiz olmuyorlar. Bu çelişkili durum Uzun İhsan Efendi tarafından dile getiriliyor. Yaşadıklarımız düş mü yoksa gerçek mi? Bunu anlamak zordur. Çünkü her ikisi de o kadar birbirine benzer ki... Eğer bir hayal dünyasında yaşıyorsak herşeyin istediğimiz gibi gideceğini düşünürüz. Fakat bilinçaltımızda da bizi zorlayacak, istemediğimiz şeyler de barındırırız. Aslında belki de hikayedeki en masum ve hiç birşeyden habersiz olan kişi Alibaz'dı. Belki de bu çocuk bir düş içinde yaşıyordu. Arkadaşları tarafından en sevdiği kahraman olarak görülmesi, bu kadar cesur oluşu ve sessiz sakin ölümü nedeniyle bir düş içinde olması çok normal karşılanabilir. Göründüğü gibi Alibaz'ın yaşamının bile düş olup olmadığını bilemiyoruz. Ama bence, daha doğrusu hikayede anlatıldığı üzere Uzun İhsan'ın hiçbir acıyı hissetmemesi üzerine düşlerde acı çekmediğimiz sonucuna ulaşabilir. Belki de Uzun İhsan haklıydı. Yani onun düşündükleri var, evet fakat onun beyninde var. Belki de hikayedeki bu olayların ve bu kişilerin hepsi Uzun İhsan'ın uykusunda oldu. Uzun İhsan, belki de gerçekten dünya atlası çizmek isteyen fakat oğlu, amcası, Alibaz gibi bir baş belası olmayan ya da oradaki bir çok karaktere sahip olmak isteyen yalnız bir insandı gerçek dünyada ve bir gece uykuya dalarak kendi dünyasını yarattı. Bu kitabın uzun düşündürmeleri nedeniyle de aslında kitapta yazılanların gerçekte insanların gerçekten saçma sapan şeyleri düşünmek yerine hayata dair şeyleri düşünmeleri gerektiği anlaşılıyor. Kitabın arka kapağından da belli olduğu gibi kitap düş ve gerçekliğin ayırt edilebilmesi veya edilememesi üzerine kurulmuştur. Benim düşlerimi ayırt edebilmem bir film(inception) sayesinde olmuştu. Ama bu kitaptan sonra ayırt edebileceğimi düşünmüyorum. Bulunduğumuz her bir anı 'acaba şuan rüyada mıyım yoksa gerçekte miyim?' diye yaşamak zor olsa gerek. Bu nedenle belki de ayırt etmemiz gerekmiyordur diye düşünüyorum. Belki de düş de olsa gerçek de olsa hakkını vererek yaşamalıyız sadece. Böylece yolun sonunda ne olduğunu daha aydınlık bir şekilde görebiliriz.Düşlerin rüyalardan ayırt edilebileceğini düşünmüyorum. Her ikisinin de, hikayedekinin aksine, acı verici olabileceğini düşünüyorum. Ama eğer bir insan çok merak ediyorsa gerçeklikten mi yoksa düşte mi yaşadığını o zaman aynaya bakmalı. Gerçekten hissettiği kişiyi görebildiği yer gerçekliktir.